10 Ekim 2011 Pazartesi

10.10.2011

Sevgili blooğum;


Bana bugün "Old fashion" dedi profesör. "Old fashion" buna inanabiliyor musun? Benim gibi modern, başı kapalı olsa da gayet açık fikirli, batılı zihniyetin eğitiminden geçmiş bir matmazele? Şalvarımı da giyerim, topuklu ayakkabımı da. Kuran'ımı da okurum, İncil'imi de. Caz festivallerini kaçırmam, Fetih şölenlerinden hiç şaşmam. Modayı yakından takip ederim, trend içecekleri iyi bilirim. Yemek de yaparım(Tansaş,migros,bim sağolsun. Bir fırına vermelik işi var yiyeceklerin. E o da yemek sonuçta.), dışardan da söylerim. Sinemaya da giderim, FKM tiyatrolarına da. (Laf aramızda İlahiyatı bile ingilizcesinden okuyacağım.)


 Ben "Old fashion?" yok canım daha neler. Alt tarafı hala bayiiden gazete alıyorum diye "old fashion"mı olunurmuş? Otobüste, vapurda insanların gözüne soka soka okuduğum gazeteyi göstermedikten sonra ne anladım ben o işten! Hem gazete okumasam, "Zaman"ın su geçirmediğini, "Taraf"ın ellerinizi siyaha boyadığını, "Haber Turk"ün kaygan yüzüne basıp kayabileceğinizi nerden öğrenecektim?


Allah kimseyi gazetesiz bırakmasın.
Herkes "Old fashion" olsun.
Bu ay da Taksim'de bunun için toplanılsın. 


Amin...
Amin...
Vel hamdülillahi Rabbi'l Alemin. 

9 Ekim 2011 Pazar

09.10.2011

Sevgili bloooğum;


Üzülerek belirtmeliyim ki aslında sana başlamamın bir nedeni de günlerimi takip edebilmekti. Biri bana "Bugün günlerden ne?" ve "Ayın kaçı?" diye sorduğunda seni hatırlayıp öyle cevap verebilmekti. Ama gel gör ki, bugün de bütün gün mac'imin başındaydım ve yine biri bana bu soruları sorduğunda saat için ekrana tarih içinse E72'me baktım. Hava durumunu soran olursa da applicationsları bir kurcalamam gerekicek sanırım. 


Although, sen bunların dışındasın. Farzettim ki bana, "Bütün gün ne yaptın mac'inle?" diye sordun. Ben de cevaplıyorum, modern zaman inekliği yaptım. (Böyle diyince daha afilli geldi.) Eskiden ödevleri de el yazısıyla yazardık. Kapakları olurdu. Süslerdik. Yazımıza dikkat ederdik, çizgisiz kağıda yamuk yazmayalım diye altına koyu pilot kalemle çizgileri belirginleştirilmiş kağıt koyardık. Kaynakçamız kendi style'ımızla yazılırdı. Ah şimdi düşünüyorum da ne gerek varmış bunlara!. APA var şimdi. MAC var WORD var. Benim yazdığım el yazısı harflerin ruhuyla ileri teknolojik calibri styleın harflerinin ruhu bir mi? Nice insanlar var daha bu ruhla tanışmamış henüz. Günün duasına geçmek lazım artık burda.


Allah herkese Calibri ruhu versin. 
Bugün dua kısa bitsin. 

8 Ekim 2011 Cumartesi

08.10.11

Sevgili bloooğum;


Sana yazmadığım şu 3 günde acaip sosyalleştim. Çok gezdim, çok gördüm. Çok konuştum, çok yoruldum. Ah bi de hoca oldum. Çocuklarıma Dede korkut masalları anlattım. Hiç masalsız büyünür mü? 


Ben Elmas Nine'den dinlerdim masalları, anneannemden önce. AIWA marka walkman'im vardı o zamanlar. Kimsede yoktu. "Sevgili Peygamber"im serisini takardım içine. Yerli kasetler 5lira, yabancılar 20liraydı. Boş kaset alıp, radyodan çekerdik. (Yanlış anlama, parasından değil. Eğlencesinden. Kasete çekince, sen yapmış oluyordun çünkü. Napalım bu da bizim el emeğimizdi. Dikiş,nakış bilmiyorduk. Hem hizmetliler ne güne duruyordu? Ayrıca nakış için de şirin mii şiriiin köylü teyzelerimiz vardı. Onlar işledikçe annem çeyiz diye alır, bir yerlere kaldırırdı. Sonunda onlar paralı oldu, bizim evler süslü.) 


Mevlüt'ten dinlerdim bir de Peygamber Efendimiz'i, Dursun Ali Erzincanlı'dan önce. Mevlüthanlar vardı parayla tutulan. Bir tek onlarda vardı benim AIWA'mın mikrofonlusu. Sebebini anlamadığım şekilde hem söyler hem kaydederlerdi seslerini. Bugün de Mevlüt vardı bu yakında. Başbakanın annesi ölmüş. Mübarek bir hatunmuş, Allah mekanını Cennet kılsın. Akşamı kılayım diye camiye girecekken polisler üstümü arayınca; sordum da öğrendim. Annemin "Git bir görün, belki kısmet çıkardı" (ee ne de olsa bürokrasi orada. Burjuva bana ünvan gerek.) sözüne rağmen bir "U" dönüşü yapıp, Capitol'e girdim. Oradaki "dua odası"nda kılmak daha afilli geldi o an. Üzgünüm annecim, ben eşcağzımı Mercan adalarında bulmak istiyorum. Allah'm eşcağzım hem namaz kılsın, hem zengin olsun, faiz yemesin ama yeşil banklara hissedar olsun. Balayına Hacc'a, tatile Paris'e götürsün. Evimiz 3 katlı olsun. Hizmetçilerimize iyi davransın. Her ay nazar olmayalım diye Mevlüt okutsun, kalan etli pilavları hizmetliler evine götürsün. Onlar da et yesin. 


Benim de artık iphone 4üm olsun.
Eşcağzım da masalı ona okusun.

3 Ekim 2011 Pazartesi

03.10.2011

Sevgili blooğum;


İngilizce'yi seviyorum. İngilizce'ye hastayım. Ne kadar ortak kelimemiz var öyle yaa. "shopping", "trainer", "bye", "CV", "Air condition", "kettle", "TV", "mp3" vs meğer İngilizce'de de bizim kullandığımız gibiymiş. Ah şu İngilizler. Zaten herşeyi bizden çaldılar. Hangi seminerdi hatırlamıyorum ama; kel, gözlüklü, biraz göbekli, lacoste giymiş (kırmızı beyaz çizgili gömleğin altına kahverengi kumaş pantalon hiç uymamıştı gerçi ama neyse.) bir profesör demişti "Medeniyeti batı bizden öğrendi" diye. Hoş ben de Medeniyet'i kuaförde okuduğum kültür sanat dergilerinden duymuştum. 


Bugün nerdeyse tüm dersler ingilizceydi. Yeni bir terim öğrendim "burjuva". Emrinde çalışan yüzlerce insanı olan kişiye deniyormuş. Bir yerlerden tanıdık geldi ama çıkartamadım. Herşeyi bilen dayıma sormam lazım. Babam hep meşgul çünkü. İstasyona eleman mı ne arıyorlarmış. Asgari ücretle çalışan bulmak zormuş. Her neyse. 100küsür eleman var zaten. Çoğunun yüzünü bile tanımıyorum. Neden yenisine ihtiyaç duyuyor ki? Anlamadım. Yine de günün duasını edelim. Allah'ım babama yardım et, işlerini rast getir, yeni elemanlar bulmasını nasip et, olmayana da ver, sen Gani'sin. Amin.

2 Ekim 2011 Pazar

02.10.2011

Bir zamanlar aramızda günlük tutmak pek modaydı azizim. "Sevgili günlük", "sevgili arkadaşım" ya da "sevgili ... her neyse" yazılır, yanına noktalı virgül konulur ve başlanırdı. Ben marjinal olayım diye 18'imden sonra "Hatunum" dedim de yazdım. Ama şu an çok ciddi sancılar, sanrılar, sarsıntılar, sarsılmalar, "sa"-lı daha ne kadar entel hastalığı betimleyen kelime varsa onların içindeyim. Çünkü, (Cümleye sanatsal açıdan böyle başlanmaz kaidesini de yeri gelmişken verelim ama yazmaya devam da edelim.) parmaklarımın arasındaki bir kalem, elimin altındaki de defter değil. Bir burjuva olarak bu olay benim açımdan hiç hoş değil. Sana acilen bir hitap şekli bulmak elden değil. Ama bulacağım. Hatta bir sonraki paragrafa o hitapla başlayacağım. 


Sevgili bloooğum;


Bana bu nano teknolojik çağından, Macbook'um kadar beyaz bir sayfa ayırdığın için teşekkür ederim. Günün, gününden, güzel, geçsin. Sen, seveni, sen de sev. Mani benim ezberim, kan ağlıyor gözlerim, ben Macbook'umu (ah pardon bloooğumu) ölene dek gözlerim. Yemek sepetinde yumurta, Twit'te beni follow'lamayı unutma, Unutursan küserim, Facebook'unu hacklerim. Bir saniye ya, burada hatıra defteri değil, bir günlük tutuyorduk değil mi?


Sevgili bloooğum;


İnanmıycaksın ama bugün beyaz çiçekli gri pijamamın üstüne, lacivert kapımı geçirip, başıma yanar dönerli gümüşlü şalımı takıp, ayağıma da çiçekli timberland'lerimi giyip, sabahın körü caddeye çıktım. Eşarbımı ütülemedim. Gözüme kalem çekmedim. Parfüm şişesini üstüme boşaltmadım. Renk uyumuna dikkat etmedim. Hatta çıkarken koluma vakko çantamı (aslında prada da olabilirdi) takmadım. Çünkü açtım. 


Salına salına gittiğim caddeden, aslı'dan böreklerimi alır almaz jeton düşünce, koşa koşa kendimi yurda attım. Aynaya bakınca çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Allah'ım o ne uyumsuzluktu öyle. İnşallah bir tanıdık görmemiştir. Kurban olduğum Rabbim kimseyi açlıkla imtihan etmesin. Allah olmayana da versin. Somali'ye de versin. Aslı orda da  şube açsın. Bu günlük kaydım da işte tam burda şu sırada bitsin. 


Yarın görüşürüz.
Aeol.
Bye.